Bu yılın başında Kenya’nın Nairobi kentinde Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde bir plastik anlaşması için tüm ülkeler hem fikir olmuş ve 2024 yılına kadar bu anlaşmanın yazılması kararına varılmıştı.İşte bu anlaşma kapsamında planlanan müzakerelerin ilki, geçen hafta Uruguay’da tamamlandı. Dünyanın birçok ülkesinden hükümet heyetleri ve delegasyonları ile birlikte sivil toplum temsilcileri anlaşma müzakerelerine katılma üzere Uruguay’da yoğun bir mesai harcadı.
28 Kasım itibariyle başlayan BM Hükümetlerarası müzakere toplantıları aslında ilk olarak 26 Kasım’daki çok paydaşlı oturum ile başladı. Bu oturumda grubumuzdan Doç Dr. Sedat Gündoğdu’nun da dâhil olduğu SNEPT yani Plastik Anlaşması İçin Bilim İnsanları girişiminden ve BFFP yani Plastikten Kurtul girişiminden çok sayıda katılımcı da yer aldı. Bu oturumun amacı, ülkeleri, endüstriyi ve sivil toplumu çeşitli konularda tartışmaya dâhil etmekti. Açılış oturumunda birçok ülke müzakereleri karşılıklı toplantılar yoluyla ileri götürmekten bahsetti. Ancak burada temel eleştiri, 26 Kasım’da düzenlenen paydaş forumunun, müzakerelerde yer alma ile veya katılımla eşdeğer olarak kabul edilmesi ve diğer paydaşların asıl önemli olan toplantıların dışında tutulması anlamına gelmesiydi. Ayrıca endüstri temsilcilerinin sanki sorunun kaynağı kendileri değillermiş gibi tüm masalara yerleştirilmiş olması ve söylenen sözlerin bir kısmını veto edebilecek düzeyde katılım sağlaması da ciddi eleştiriye konu oldu. Hatta müzakerelerin diğer günlerindeki tartışmalarda özellikle Suudi Arabistan ve Amerika gibi ülkelerin bazı masalardaki müzakereleri aşırı teknik detaylarla boğması ve çıkmaza sokma girişimi de endüstri karakterli büyük petrol üreticisi ülkelerin de ciddi bir blokaj oluşturabileceği konusunda sinyaller vermekteydi.
Bu eleştirilerin dışında çok paydaşlı oturumda birçok önemli konunun kürsüden söylenme fırsatı bulduğunu belirtmek gerekiyor. Özellikle geri dönüşüm, sigara izmaritleri, kimyasal katkı maddeleri, yeni plastik üretimi ve daha birçok farklı konu birinci ağızdan tüm katılımcılara aktarıldı.
Müzakerelerin ilk gününde ülkeler işin nasıl ilerlemesi gerektiğine dair açılış konuşmaları yaptılar. Tabii burada açılış konuşmalarına, küçük ada ülkeleri, Latin Amerika ve Afrika ülkelerinin damga vurduğunu belirtmek gerekiyor. Ayrıca UNEP tarafından hazırlanan bir broşüre SNEPT’in önerilerinin girdiğini görmek de ayrıca sevindirdi. Bazı önemli noktalara ilk günden yüksek seviyede değinildiğini belirtmek gerekiyor. Örneğin, plastik üretiminin azaltılması gerekliliği (ki bu bu anlaşmanın en kritik noktası olacak), insan sağlığının korunması gerekliliği, tedbir alma & ,”kirleten öder” ilkelerinin güçlü bir çerçevede değerlendirilmesi, bazı özel hükümler ve gereksinimler olduğu (yaşam döngüsü analizi, plastik kirliliği nedir, kim ne kadar sorumlu vb.) yaklaşımı ve bir de insan hakları temelli bir yaklaşımın olması zaruriyetine sıklıkla atıfta bulunuldu. Bunun yanında bazı anlamsız ve bir işe yaramadığı kanıtlanmış olan konular da konuşulmadı değil. Örneğin Paris İklim Anlaşması‘nın fiyaskoyla sonuçlanmasının da nedenlerinden biri olan zorunlu yükümlülükleri olmayan Ulusal Eylem Planları meselesi burada da gündeme geldi. Plastik Anlaşması’nın böyle bir aksa oturtulması önemli bir tehlike barındırıyor. Çünkü gönüllü taahhütle bir arpa boyu yol almanın mümkün olmadığını biliyoruz. Oysa ki bunun yerine CFC’lerin elimine edilmesinde son derece işe yarayan Montreal Sözleşmesi gibi ya da tehlikeli kimyasalların ve bazı özel kodlu maddelerin sınırı aşan dolaşımını engelleyen Basel Konvansiyonu gibi kesin tarihleri olan özel protokollerin konuşulmasına ihtiyaç var! Bilemiyoruz belki ilerleyen müzakerelerde konuşulacaktır.
Yine uygulanabilir bir çözüm olarak kimyasal geri dönüşümün öne sürülmesi de oldukça problemli bir yaklaşımdı. Çünkü bu ve benzeri öneriler üst perdeden dile getirilirse plastik üretiminin sınırlandırılması gibi daha birincil ihtiyaçlar geri plana itilme riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Bir başka şey de artık bir trajediye ve yalana dönmüş olan endüstri tarafından gönüllü taahhütler meselesi var. Bu da hak ettiği gibi konuşulmadı. Her ne kadar insan sağlığının gözetileceği konuşulmuş olsa da plastiklerin insan sağlığına olan etkileri konusundaki yanlış bilgilendirme meselelerine dair pek bir ses çıkmadı denilebilir. Konu çok tabii hepsinin bir anda gündeme gelmesi beklenemez. Ancak şunu da belirtmeliyim ki, ilk gün Yeni Zelanda‘nın, fosil yakıtları ve plastik üreticileri için yapılacak sübvansiyonların, plastik krizinin ana itici gücü olduğunu belirten ve Küresel Kuzey’de aslında sübvansiyona değil daha dramatik müdahalelere ihtiyaç olduğuna vurgu yapan bir müdahale ile son buldu. Bu oldukça heyecan verici bir gelişmeydi çünkü bu tür müdahaleler aslında müzakerelerin geleceğini belirlemesi açısından da oldukça önemli.
Peki, bu müzakerelerde Türkiye’nin rolü ne oldu? Öncelikle Türkiye delegasyonunun çok düşük seviyede ve üstünkörü bir hazırlıkla katıldığını gördüğümüzü söyleyebilirim. Yapılan konuşmalarda çoğunlukla 25 kuruş olan poşet parası ve sıfır atık ile ne kadar plastik çöp toplandığına dair bilgilerin merkezde olduğu bir çerçeve söz konusuydu. Bunlar gösteriyor ki daha önce katılınan toplantıların notları derlenip katılım sağlanmış. Türkiye’nin müzakere konuşmalarında iki şeyin dikkat çektiğini söyleyebilirim. Bunlarda biri maddi kaynak ve desteğe ihtiyaç duyulduğunun belirtilmesiydi. Ancak bunun birincil gündem olması anlaşılır değildi. Çünkü ihtiyaç duyulan maddi kaynak zaten mevcut ve bu da devasa petrokimya yatırımlarına aktarılıyor.
Bunun yanında çöp ithal eden firmalara yönelik olarak verilen hibe destekleri de cabası. Sadece bunlardan yapılacak kesintilerle ülke genelinde çok ciddi adımlar atılabilir ancak gelin görün ki asıl istenen bu değil. Biliyorsunuz sadece Mersin-Hatay arasında yaklaşık 7-8 milyon ton üretim kapasiteli plastik ham madde üretim fabrikaları kurulması öngörülüyor. Bir diğer dikkat çeken ve önemsenmesi gereken söylem de bölgesel olarak plastik anlaşması için gerçekleşecek olan bir girişime öncülük etmek isteğinin belirtilmesiydi. Ancak her ne kadar bu talep önemli olsa da eldeki veriler bu liderliğin hangi şartlarda gerçekleşeceği hakkında çok da umut vaat etmiyor.
ürkiye bildiğiniz gibi Akdeniz’in en kirli sahillerine sahip ve Akdeniz ile Karadeniz’e de en fazla plastik çöp döken ülke. Bunun yanında atık yönetim alt yapısı da sıfıra yakın. Bununla da sınırlı değil, Avrupa’dan en çok plastik çöp ithal etmenin yanında en çok plastik üreten de ikinci ülke. Şimdi, Akdeniz’in en kirli olan sahillerine, orayı restore edecek yaklaşımlar yerine milyon tonluk petrokimya tesisleri kurma girişimi durumun vahameti hakkında ve endüstrinin çevre politikalarındaki belirleyiciliği hakkında önemli doneler veriyor. Oysa Türkiye’nin sahilleri sadece kendi plastik çöpüyle değil diğer benzer ülkelerden gelen çöplerle de tehdit altında. Dolayısıyla plastik anlaşmasında yaptırım içeren taahhütleri desteklemesi, bölgesel bir işbirliğine gitme şansı bile verebilir. Türkiye yeni petrokimya tesisi kurmaktan vazgeçmelidir. Hele ki plastik anlaşmasının plastik üretiminde sınırlama getirmesinin söz konusu olduğu bir ortamda, bu yatırımlar ölü yatırıma dönüşme ihtimaline sahip. Hem de oldukça yüksek bir ihtimalle. Çünkü plastik üretimine getirilecek bir sınırlama ülkelerin muhtemelen plastik kirliliğine dair performansları üzerinden şekillenecek ki bizim performansımız oldukça kötü.
Toplantıda bazı ilginç ayrıntılar da var. Örneğin Japonya plastiğin çok da zararlı olmadığını belirten bir konuşma yaptı. Peru, plastik kirliliğinin insan hakları ve cinsiyet eşitliği etkisi boyutu olduğundan bahsetti. Gana açıkta çöp yakmanın zararlarından ve bunun hava kalitesine olan etkisine parmak bastı. Ürdün plastiğin kendisiyle değil yarattığı kirlilikle mücadele edilmesi gerektiğini belirtti. Samoa, Pasifik adalarını temsilen yaptığı konuşmada musluğu kapatmamız lazım dedi. Sri Lanka plastiğin zehirli kimyasallarının yarattığı tehditten bahsetti. Meksika atık toplayıcılara, STK’lara, yerlilere, kadınlara ve gençlere odaklanılması gerektiğinden bahsetti. Katar da bizimkine benzer bir konuşma yapıp, dünya kupasının karbon nötr olduğundan bahsetti. Cook adaları temsilcisi ise “Başkalarının atıklarının yeni kolonileriyiz” dedi.